Coğrafya savaş için değildir
Ümit Aktaş
AKP`nin PKK`ya karşı mücadeledeki, konuyu İçişleri Bakanlığının inisiyatifine veren son dönemdeki strateji değişikliği, Schmitt`in yukarıda alıntıladığım sözleri ışığında okunursa, AKP`nin iktidar olma anlamında ve özellikle `ordu`nun Türkiye siyaseti üzerindeki vesayet alanını daraltması açısından önemli ve bilinçli bir tavır değişikliğine gittiğini farkedebiliriz.
Ünlü siyaset bilimci Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat adlı kitabına "Egemen olağanüstü hale karar verendir" cümlesiyle başlar. (Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, Dost Yay. s. 13) Yani bir başka deyişle, iktidar, savaşa ve barışa karar veren, verebilen güçtür anlamına gelmektedir bu söz. Yine aynı yazar, "Siyasal Kavramı" adlı kitabında ise "En uç siyasal araç olarak savaş, her türden siyasi tasavvurun temelinde yatan dost-düşman ayrımı olasılığını açığa vurur... Siyasal olgusu, ancak dost-düşman ayrımına ilişkin gerçek olasılıkla kavranabilir... Savaş durumu, kriz anının ifadesidir... Kriz anının istisnai varlığı, onun belirleyici karakterini ortadan kaldırmaz, tam aksine ispatlar." (Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, Metis Yay. s. 55)
AKP`nin PKK`ya karşı mücadeledeki, konuyu İçişleri Bakanlığının inisiyatifine veren son dönemdeki strateji değişikliği, Schmitt`in yukarıda alıntıladığım sözleri ışığında okunursa, AKP`nin iktidar olma anlamında ve özellikle "ordu"nun Türkiye siyaseti üzerindeki vesayet alanını daraltması açısından önemli ve bilinçli bir tavır değişikliğine gittiğini farkedebiliriz. Her nedense ben bu değişikliği, salt ordu-AKP parametrelerine sıkıştırılmış bir darlıkta okumak niyetinde değilim. Zaten bana göre bu değişikliğin ilk işaretleri, bir başka vesileyle, başörtüsü sorunu çerçevesinde ve İspanya`da verilmişti. Orada da Başbakan, başörtüsünün velev ki bir siyasal simge olsa bile, bir sorun olmaktan ve üniversitelere, daha da doğrusu kamusal alana girmeye bir engel olmaktan çıkarılması gerektiğinden söz etmiş; ardından da şu talihsiz Anayasa değişikliği sürecine girilmişti.
Bu kez, bir başka alanda olsa bile, yine aynı minvalde olmak üzere, ve yine Türkiye sisteminin temel doğrularını sarsacak bir mahiyette olmak üzere Başbakan, PKK`nın bir düşman olarak değil, bir iç güvenlik sorunu olarak tanımlanmasından söz ederek, konu ile ilgili temel bir strateji değişikliğinin ipuçlarını verdi. Aslında ise bunda hiç de şaşılacak bir şey olmaması gerekir. Çünkü zaten PKK ile verilen mücadelenin bir iç güvenlik sorunu olarak tanımlanmaması, konuyu uluslararası bir alana çeker ki, bu da zaten PKK`nın da istediği bir yaklaşım biçimidir. Ama Türkiye`nin egemenleri (yani Schmitt`in yukarıdaki tanımına göre şimdiye kadar ki egemenleri), aslında konuyu hukuksal anlamda bir iç güvenlik sorunu olarak tanımlarken, kamuoyuna ise bunu askeri bir savaş olarak empoze ederek, bunu üzerinden yürütülen bir egemenlik hakkına ulaşmaktaydılar. Bu kez, ennihayet, "savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir" tanımlamasına uygun bir biçimde, siyasi iktidar, aslında bir iç güvenlik sorunu olan PKK ile mücadeleyi, İçişleri Bakanlığının inisiyatifine vererek, bu mücadeleyi "ordu"nun egemenlik alanından çıkardığı gibi, egemenlik kavramını da yerli yerine oturtmuş oldu.
Bütün bunlar da, tıpkı Kürdistan yönetimiyle nihayet doğrudan görüşmelerin başlatılması gibi, belki de yıllarca önce atılması gereken adımlardı. Ama Kürdistan`la ilgili bu gelişme, sistemin, Cumhuriyetçi statükoya ait dış politikadaki son ve en önemli tabusunun da yıkılması açısından oldukça önemlidir. Çünkü bu, resmi literatür açısından hâlâ inkâr edilmekte olan Kürt varlığının resmen tanınması anlamına da gelmektedir ve, bu açıdan mutlaka iç politikada da yansımaları olacaktır. Bu adımlar zamanında atılmış olsaydı, belki bugün iç politikada yaşanmakta olan bir çok sorun, şimdiye kadar aşılmış olurdu. Ama iktidarın paylaşımındaki "ordu"yu öncelikli kılan şu mahut teamülün aşılması, tüm bunların ertelenmesini de zorunlu kılmış olmalı. Oysa mevcut hükümeti iktidar haline getiren en önemli gelişme olan Ergenekon dosyası, daha iktidarının başındayken hükümetin elinin altında bulunmaktaydı. Ama dediğim gibi, hükümetin temel bir strateji değişikliğine gidişinin bu günlere ertelenmesi, belli ki, en başında çok da arzulamış olmadığı, ama zorunlu kaldığı bir süreci de ele vermektedir. Beri yandan, o dönemde hükümet yükselme-çıkış eğiminde olduğu, yani o dönemde alınacak bu tür bir kararın, menfi anlamıyla hükümetin çıkış ivmesi tarafından absorbe edilebileceği, müspet anlamıyla ise böylesi bir ivmeyi daha da güçlendirebileceği halde, bu ivmenin düşüşe geçtiği günümüzde, uygun bir zamanlama yapılmadığı için, maalesef bu oldukça önemli strateji değişikliği, bu stratejik değişiklik için girilen riske değecek bir karşılığa tahvil edilemeyecek ve o ölçüde de etkili olamayacaktır.
Kürt sorununun çözümü elbet artık oldukça çetrefilli hale gelmiş olan, çok katmanlı ve çok taraflı bir sorundur. Bu sorunun muhatapları tam olarak belirgin olmadığı gibi, aslî tarafları olan Türkiye ile Kürtlerin bu konulardaki samimiyetleri ve niyetleri de çok açık değildir. Oysa bu sorunun çözümünü mümkün kılacak en önemli etmen samimiyettir. Bir kere bu sorun, münferit vakaları bir yana koyacak olursanız, çok şükür ki, Kürtlerle Türkler arasındaki bir sorun haline gelmiş değildir; yani hâlâ bir siyasi sorundur. Türkiye`nin bu soruna bakış açısı, büyük ölçüde askeri bir konsept tarafından belirlenmiştir. Bu ise, Yves Lacoste`un deyimiyle "coğrafya savaş içindir" anlamında bir stratejik yaklaşımı esas almaktadır. Askeri mantığı oluşturan Kemalist ideolojinin büyük ölçüde aydınlanmacı bir pozitivizmden mülhem olduğu da düşünülecek olursa, coğrafyaya yaklaşımdaki bu başarısız mantığın bir an önce terk edilmesi gerekliliği de açıkça ortaya çıkar. Çünkü coğrafya asla soyut bir savaş mekanı olmayıp, sosyo-politik-kültürel bir yaşama alanını oluşturur. Coğrafyaların birleştirilmesi ise, her şeyden önce, birlikte yaşamaya razı bir gönül birlikteliğini gerektirir. Gönül birliktelikleri ise ceberrutluğa değil, farklı olanla aynı düzlemde kurulacak bir anla-ş-ma ilişkisine dayanırlarsa dayanıklı olabilir. Şayet konuya karşı askeri bir ast-üst, emir-komuta, amir olanın aynı zamanda da haklı olduğu mantığı ve yaklaşımı sürdürülürse, bilinmeli ki insanlara karşı tepeden bakan yaklaşım, ancak bir savaş kararını geçerli kılabilecek bir yaklaşımdır ve böylesi bir yaklaşımla da, hükümetin adını yeni koyduğu biçimiyle siyasal bir sorun, muhatabınız ne kadar güçsüz olursa olsun, barışçı bir biçimde asla çözümlenemez. Kaldı ki toplumsal sorunlar karşısında hakları esas alan bir yaklaşım, hiç bir zaman konuya muhatabının gücünü dikkate alarak da yaklaşamaz ve yaklaşmamalıdır. Bu açıdan dolaylı bir ilk adım da olsa, Kürdistan yönetimiyle kurulan ilişki oldukça önemlidir ve bu ilişkiyi, doğrudan PKK ile olmasa bile, PKK`yı da içeren ama Kürt halkını temsile daha yetkili olan bir heyet-ler-le yapılacak görüşmeler, komplekssizce izlemelidir.
Aslında belki yapılması gereken daha pek çok şey var. Kürt halkına karşı üst üste işlenen askeri hatalardan hesap sorulması belki henüz tahayyül edilemeyecek bir şey; ama hiç değilse bu hataların artık tekrarlanmaması, halkın muhatabının doğrudan askerlerin değil, bu hataları yapmamaya azimli sivillerin olması sağlanabilir. Ama her nedense Başbakan, aslında konunun doğrudan muhatabının sivil otorite olmasına rağmen, "teamüller" doğrultusunda, "ordu"nun bu konulardaki araya girmelerini umursamamakta, belki de bu konuda bilerek kenarda durmaktadır. Zira, özellikle son dönemde ortaya çıkan vahim hatalar, "ordu"nun itibarını oldukça yıpratmış; ama kamuoyu bu hususlarda nedense siyasi iktidara bir pay çıkarmamıştır. Elbet bunun nedeni oldukça açıktır. Çünkü iktidar olmanın bu tür olumsuzlayıcı yönleri de vardır; her ne kadar teamüller bunu öngörmese de. Yani kısacası sorunun olumsuzluklarının sorumluluğu, bu yolla, aslında bundan kendilerine bir iktidar payesi çıkarmaya çalışan askerlere havale edilmektedir. Ama artık gelinen bu aşamadan sonra yapılması gereken, şayet "ordu" usulca aradan çekilmeyecek ve konuyu muhatabına, yani iktidara havale etmeyecekse; iktidarın ikinci bir adım atarak, PKK ile sürdürülen mücadeledeki inisiyatifin İçişleri Bakanlığına verilmesi gibi, Genelkurmayın da, demokratik teamüller gereği, Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasıdır.
ittika.com