Evvel ve ahir ilmine sahip olan, geçmiş ve geleceği aynı anda gören Rabbimiz herkesin ne yapıp ne yapmayacağını önceden bildiği için, yaşanmış ve yaşanacak her şeyi Mübin bir Kitap olan Levh-i Mahfuz'da kayıt altına almıştır. Nitekim bu konuyla ilgili birçok ayet-i kerime bulunmaktadır.
"Yerde ve sizin nefislerinizde başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan (gerçekleştirmeden) önce bir Kitap'ta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır. (57-Hadid 22)"
Bu ve aynı konudaki benzer ayetleri dikkate alarak yaşanmış ve yaşanacak her şeyin önceden yazılmış olması gerçeğini İlahi boyuttan değerlendirdiğimiz zaman, şimdiki zamanda gerçekleşen hiçbir şeyin Rabbimiz katında yeni bir gelişme olarak algılanmadığını, bunun zaten önceden bilinip-akıbetinin de önceden takdir edildiğini ve İlahi düzende sürpriz veya beklenmedik hiçbir gelişme olamayacağını anlayabiliriz.
Yaşanmış ve yaşanacak her şeyin önceden yazılmış olması gerçeğinin, yani bireye yansıyan tanımıyla kader meselesinin müslümanlar arasında asırlardır devam eden bir tartışmaya dönüşmesi ise, genel olarak iki boyuttan değerlendirilmesi gerekirken bu meselenin (tarafların tercihine göre) tek boyuttan yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bilinmelidir ki her insanın kaderinde yazılı olan şeyler, biz insanların açısından ihtiyari ve gayri-ihtiyari olmak üzere ikiye ayrılır. Mesela, herhangi bir insan evden çıktığı zaman o gün nelerle veya hangi olaylarla karşılacağını genel olarak kendisi belirleyemez. Kaderinde yazmasına rağmen kendi ihtiyarında olmayan yani kendisinin belirlemediği bu boyut, o kişi için kaderinin takdir boyutu olduğundan
bu gayri-ihtiyari boyuttan sorumlu tutulmayacak ve "O şeyle veya o olayla neden karşılaştın?" sorusuyla hesaba çekilmeyecektir.
Fakat bu kişi gayri-ihtiyari olarak o olayla karşılaştıktan sonra bir ihtiyar, yani bir tercih hakkına sahip olmakta ve o olay karşısında tercih ettiği tepkiyi veya tepkisizliği vermektedir. İşte kaderimizde yazılı olan şeylerin ihtiyari olan yani kendimizin müessir olduğumuz bu boyutu, kulluk sorumluluğumuz çerçevesine giren ve hesaba çekileceğimiz boyutudur. O olay karşısında hangi tavrı tercih edeceğimiz Rabbimiz katında önceden bilindiği için Kitap'ta yazılmış ve biz daha yaratılmadan kaderimizde yer almıştır. Burada anlamamız ve tekrar tekrar altını çizmemiz gereken gerçek, bizler söz konusu olay karşısında kaderimizde yazdığı için o tavrı göstermiyoruz, o tavrı göstereceğimiz Rabbimiz katında önceden bilindiği için kaderimizde yazmaktadır.
Kaderimizin gayri-ihtiyari yani takdir boyutunda karşılaştığımız ve karşılaşacağımız şeyler kişilere ve kişilerin önceden yaptıklarına göre değişebilen şeyler olmasına rağmen...kaderimizin bu İlahi takdir boyutunda kesinlikle ve kesinlikle zulüm yoktur. Yüzünü Allah'a dönen insanlar için kaderin İlahi takdir boyutu her zaman hayır olduğu gibi, diğer insanlar için de Sünnetullah'ın
(yani kişi 'ne yaparsa-neyle karşılaşır' gerçeğinin adil veya rahmetli bir karşılığının) dışında değildir.
Bir insan olarak yaşadığımız yazılı kader meselesi bu iki ayrı boyuttan tanımlandığı zaman, asırlardır sürdürülen birçok tartışma temelsiz kalacak;
"İnsan kendi kaderini kendi yazar" diyenler, kaderin gayri-ihtiyari olan takdir boyutunda müessir olamayacaklarını anlayacakları gibi;
"İnsan kaderin önünde, rüzgarın önündeki kuru bir yapraktır" diyerek bütün yaptıklarını yazılı kadere nisbet edenler de, kaderin ihtiyari boyutunda müessir olduklarını, yani kendi tercihlerini kendi belirlemelerine göre yaşadıklarını ve bu nedenle sorumlu olacaklarını farkedebileceklerdir.
Mehmed Alagaş