DİNİN GÖNDERİLDİĞİ DÖNEMDE, ARABİSTAN’IN TOPLUMSAL YAPISI
1. Şirk / Müşriklik / Müşrikler
Şirk; ortaklık anlamını taşımaktadır. Bugünkü dilimize de şirket, yani ortaklık et, şirket=ortaklık olarak girmiştir. Şirk eden, yani ortaklık edene Müşrik, yani ortak olan anlamı verilmektedir. Eğer bu açıdan bakılırsa, denilebilir ki, Türk Ticaret Hukuku şirk (şirket), şirkler (şirketler) hukuku ve müşrik (ortak), müşrikler (ortaklar) hukuku olarak değerlendirilebilir. Belki de şirk ve müşrik kelimelerinin en doğru anlamı bu olsa gerekir.
Putperestler, tarihlerinde yaşamış kişilerinin simgelerini put yaparak Kâbe’ye koyuyor. Onları Allah’a ortak koşuyorlardı. Allah’ın yaratma sıfatının dışındaki, yönetme, yasa koyma, yardım etme, koruma, idame ettirme, yaşatma, şefaat etme gibi konularda Arapların ilahları (putları), Allah’a ortak kılınmışlardı. Allah yöneticidir, yasalarını belirler, insanları korur, insanları yaşatır, insanlara yardım eder, şefaat eder. Araplar Allah’ın bu vasıflarına putlarını da dâhil ederler. Böylece, putlarının da, insanları yönettiğine, yaşam için yasalar koyduğuna, insanları koruduğuna, yardım ettiğine, şefaat edeceklerine inanırlar. Arapların bu inancı, Allah’ı müşrik ilan etmektir. Zira Arapların şirk (ortaklık) inancı, ilahlarının da Allah ile beraber aynı haklara sahip olduğudur. Dolayısıyla Allah onlara göre putlarının ortağıdır. Onlar bu yaptıklarıyla Allah’a şirk koşarken, dolaylı olarak Allah’ı da müşrik ilan etmiş oluyorlardı.
“Allah Arapların bu inancına, müşrik olarak nitelendirmelerine şiddetle karşı çıkar. Asla Arapların putlarıyla ortak (müşrik) olmadığını açıklar. Allah onların, Allah’ın şirk ettiği (ortaklık ettiği) dolayısıyla ilahlarına müşrik (ortak) olduğu iddialarına karşılık, “bütün bunlar sizin uydurmanızdan ibarettir” der.
“Arapların Allah’a yaklaşamayacaklarına inanmaları, bu nedenle kendileriyle Allah arasında aracılar edinmesi olarak ortaya çıkan putperestlik, ateizmden farklı bir dindi. Ateizm, Allah’ı ret eden mantığa sahipti. Ateistlerin aksine Araplar en büyük ilah (tanrı) olarak Allah’ı kabul ediyorlar. Kâbe’nin en büyük ilah olan Allah’ın evi olduğuna inanıyorlar. Kâbe’nin içine koydukları putların Allah’ın dostları olduğuna, Allah katında kendilerine yardım edeceklerine inanıyorlardı. Bir bakıma Araplar, Allah ile dostluklarını kanıtlamak için, en çok sevdiklerini Allah’ın evine yerleştirerek Allah’a jest yapıyorlardı”
Arapların putlarını ilah edinmeleri açık, seçikti. Yahudiler ve Hıristiyanlar âlimlerini, rahiplerini, hahamlarını Rabb kabul ederlerken açık, seçik değillerdi. Düşüncelerinin, yaptıklarının, âlimleri, rahipleri, hahamları ilah noktasına getirdiğini bilmiyorlardı. Allah onlara bu gerçeği Tövbe suresinin 31. Ayetinde, “Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabbler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emredildi. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır” diyerek açıkladı. Yahudi ve Hıristiyanların bu gerçeğe itirazlarının karşılığında, Allah’ın resulü Hz. Muhammed onlara “sizler âlimlerin, rahiplerinin, hahamların görüşlerine din demiyor musunuz” diyerek yaptıklarını hatırlattı. Onlar âlimlerinin, rahiplerinin, hahamlarının görüşlerine din diyorlar. Allah’tan geldiğine inandıkları ayetlerle, âlimlerin, rahiplerin, hahamların görüşleri eşitliyorlardı. Allah rahmet eylesin Seyyid Kutup Fizilal Kur’an adlı tefsirinde bu ayeti, naklettiği rivayetlerle destekleyerek açıklıyor.
2. Haniflik / Hanifler
“Haniflik, fıtrata uygun doğru / temiz yol üzerinde olmak veya İslam’dan önceki tek tanrıya inanıştır şeklinde tarif edilmiştir” Klasik tarihler, putperestlerin içinde, putlara tapmayan, tek ilaha inanan insanların olduğundan söz eder. Bazı tarihçiler de bu görüşe karşı çıkar.
Hz. Muhammed’in peygamberlik gelmeden önce putperest olamayacağına inanan Müslümanlar, peygamberi Hanif olarak kabul ederler. Elbette akıl sahibi olanlar peygambere putperestlik iddiasında bulunamaz. Ancak Müslüman olmayanların böyle bir görüş bildirmeleri doğaldır. Aksini düşünmek olası değildir. Zaten Müslüman olmayanların doğru düşüneceğini, düşünmesi gerektiğini düşünmek hatadır.
Cehaletin hükümran olduğu dönemler için, Allah’ın, İsrâ suresinin 15. Ayetinde “Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz” demektedir.
Allah’ın din, kitap, peygamber göndermediği toplumlara, dinden, kitaptan, peygamberden sormayacağı gerçeği ayetlerde belirtilmektedir. Hz. İbrahim’in sorgulamalarıyla ilgili örnekler, insana verilen aklın, muhakemenin, iradenin yaratıcıyı bulma, yaratılan varlıklara zulmetmeme, adalet içinde, iyi insan olma fıtratının zaten insanda var olduğudur. Bu nedenle kitabın, dinin gönderilmediği dönemlerde, İnsan kendisine verilen, akılla, muhakemeyle iradeyle, fıtratına (yaratılışına) uygun, iyi insan, zulmetmeyen insan olmaktan sorumlu olacaktır.
Bu bağlamda, belki de Hanif diye nitelendirilen insanlar, akıl, muhakeme, iradeyle zaten kabul ettikleri Allah’a saygı gösterirken, Kâbe’deki putlara tapmanın anlamsızlığına inanmış ama direkt karşı çıkmamış olabilirler. Diğer taraftan toplumda iyi, adil insan olarak, diğer insanlara zulmetmeme, hak yememe karakterine sahip oldukları da düşünülebilir.
Hanifliği din olarak algılarsak, Hz. Muhammed’in Hanif dinine sahip olduğuna dair kesin delillere rastlanamamıştır.
3. Yahudilik / Yahudiler
Arabistan’da, siyasi baskılar veya başka nedenlerle Arabistan’a yerleşmiş Yahudiler vardı. Arabistan dışındaki ülkelerde baskı, zulüm gören Yahudiler, barış ortamında yaşamak için Arabistan’a gelip yerleşmişlerdi. Onlar Arabistan’ın çeşitli şehirlerinde yaşadıkları gibi, kendilerine şehir kuran Yahudi toplulukları da vardı. Medine’nin merkezinde, Yahudiler Arap topluluğundan daha çoktular. Hayber şehri de tamamen Yahudilere aitti.
Mekke’de Yahudilerin yoğunlukla yaşadığına dair herhangi bir bilgiye rastlanmıyor.
4. Hıristiyanlık / Hıristiyanlar
Arabistan’daki Hıristiyanlar Yahudiler gibi yerleşik değildi. Çok az Hıristiyan’ın bazı şehirlerde yaşadığından söz edilir. Tarihi bilgilerde Mekke’de Hıristiyan olarak yaşayan Varaka bin Nevfel’den söz edilir.
Varaka bin Nevfel hakkında rivayet edilenleri şu şekilde özetleyebiliriz. “Hz. Muhammed’in eşi Hatice’nin kuzeniydi. Nasturi rahibi olan Varaka Mekke’nin rahibi ve vaiziydi. Nasturiler batıdaki Hıristiyanlardan farklı olarak Asyalı Hıristiyanların ürettiği bir Hıristiyanlık mezhebiydi. Tevrat’ı, İncil’i biliyordu. Bunları Arapçaya tercüme etmişti. Muhammed’in Hatice ile olan evliliğinde başkanlık etmişti. Genelde kabul görmüş klasik kaynaklarda Hatice’nin Muhammed’i ilk vahyin ardından Varaka’ya durumu açıklaması için götürdüğü geçer. Varaka anlatılanları dinledikten sonra olayın bir vahiy olduğunu, Muhammed’e peygamberlik verildiğini, eğer genç olsaydı onun destekçilerinden olmak istediğini belirtir”
Varaka bin Nevfel, Müslümanların tarihindeki tartışmalı şahsiyetlerden biridir. Bilgili bir rahip ve vaiz olan Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil’i de kapsayan Kitabı Mukaddes’e hâkimdi. Zaman, zaman Varaka’nın dinler tarihi konusunda İslam peygamberini eğittiği, bu bilgilerin Kuran’a kaynak teşkil ettiği iddia edilir. Gerek İslam âlimleri, gerekse Allah’tan gelen ayetler böyle bir iddiaya şiddetle karşı çıkmaktadır.
5. Aşiretlerden farklı topluluklar
Mekke’de; aşiretlere bağlı olmayan, toplumun zayıf, yalnız insanları ve köleler yaşıyorlardı. Bu toplulukların Mekke’nin yönetiminde hiçbir etkileri yoktu. Yolda kalmışlar, yoksullar, fakirler, köleler. Bir aşiretin halkı olmayanlar. Mekke’nin zenginleri tarafından himaye edilmeyenler. Ekseriyet olmasa da, Mekke’nin halkı sayılıyorlardı. Zenginlerin köleleri durumunda olan yabancılar da Mekke’nin halkı olarak yaşıyorlardı.