H.Bülbül -İslam da eleştiri var ama bizim geleneğimizde yok. Bu tespitimizden hareketle şunu sormak istiyoruz:
Eleştiriden ne anlamamız gerekir? Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz halden kurtulmada eleştirinin yeri ve önemi nedir?
A.Müftüoğlu -Şimdi biz bu sözünü ettiğiniz hemen sorgulanması gerektiğini gündeme getirdiğimiz gelenek bütün durumlar için uygun mazeretler ne yapabiliyor? İcat edebiliyor. Yani cemaat lideri Amerika'yla işbirliği yaparken İsrail'le işbirliği yaparken CİA'yle her alanda birlikte hareket ederken ne yapabiliyor? Bir mazeret üretebiliyor. Yani bu sözünü ettiğimiz vülgarize edilmiş din anlayışı bütün konumlara ve ilişki biçimlerine kazandırabilir. Açıklama kazandırabiliyor. Bir gerekçe bulabiliyor. Çünkü deniyor ki biz bilmeyiz o bilir. Bu başından beri sözünü ettiğim bu mübarek zatlar, manevi aracıların İslam dünyasına yaptıkları kötülüğü hiçbir emperyalist güç yapmamıştır. Bu şöyle mümkün olmuştur. Çünkü tüm bu mübarek zatlar, bu manevi aracılar her şeyi düşündüklerini telkin ederek etraflarına kitleleri düşüncesizleştirmişlerdir. Kitleleri aptallaştırmıştır ve ahmaklaştırmışlardır. Kitlelerin bir sürü haline gelmesini temin etmişlerdir. Bu sürülerin çok daha kolay yönlendirilebilir çok daha kolay sömürülebilir hale gelmesini ne yapmışlardır? Sağlamışlardır. Dolayısıyla içerden sömürmek dışarıdan sömürmekten daha tahripkâr sonuçlar yapmıştır, doğurmuştur.
Şimdi biz zaman -zaman siyer kitaplarında okuruz. Ya Hz Ebu Bekir’le ilgilidir, ya da Hz Ömer’le ilgilidir. Biz yanlış yaptığımızda ne yaparsınız? Diye sorulduğunda ''seni kılıcımızla düzeltiriz” denilmiştir. Bu müthiş ve çarpıcı bir öyküdür ve fakat bu öykünün bizim hayatımızda hiçbir şekilde bir karşılığı yoktur. Bizim bütün öyküler kitaplarda okumak içindir. Bu öyküler yaşamak için değildir. Bu öyküleri hayatımızda hiç bir zaman kullandığımızı söyleyemeyiz. Eleştiri tanık olduğunuz herhangi bir yanlışı sapmayı, satmayı, efendim, bu işbirliğini, ihaneti o anda ne yaparak? Tespit ederek o zatın yakasına yapışmakla başlar. Asıl takva kapalı kapılar ardında tesbih çekmek değil, asıl takva kapalı kapılar ardında nafile ibadet yapmak değil, asıl takva kamusal hayatın tam orta yerinde hem cahili otoriteye karşı hem de farzı muhal dini otoriteye karşı gerçeği söylemekle başlar takva.
Eleştiri takvanın bir yansımasıdır. Eleştiri bir sorumluluğu hayata geçirmektir. Eleştiri yoksa kayıtsızlık var demektir. Eleştiri yoksa umursamazlık var demektir. Eleştiri yoksa keyfilik var demektir. Eleştiri yoksa dileyen her şeyi yapabilir demektir. Nitekim görüyorsunuz dileyen herkes her şeyi yapıyor. Düşünebiliyor musunuz, bugün herkes Allah'ın muazzez ve mübarek dinine müdahale edebilecek neyi oluşturuyor? Bir konum oluşturuyor, kendine göre yorum oluşturuyor, kendine göre bir tarz oluşturuyor, kendine özgü bir bağlam oluşturuyor ve sonra o bağlamı ne yapıyor? Bu menkıbelerle meşrulaştırıyor. Eleştiri burada bunun için gerekli, eleştiri onun için gerekli. Eleştiri Müslümanlara yeryüzünde Allah'ın halifesi olduklarını Allah'ın halifesi olanların hayata doğdukları her an Allah'ın sınırlarını gözetmekle yükümlü olduklarını hatırlatmakla ilgilidir eleştiri. Eleştiri yoksa eğer bu masal, menkıbe, efsane anlatan unsurlar nihayete kadar özgür olacaklar, bağımsız olacaklar. Öyküyü anlatmaya devam edecekler. İnsanları sonuna kadar sömürmeye devam edecekler. Nitekim sömürüyorlar. Asıl yolsuzluğu bunlar yapıyorlar. Bendeniz yıllarca yazdım. Türkiye'den giden fitre, zekât, tasadduk, infak gibi paraların Amerikalı politikacılara rüşvet olarak dağıtıldığını yazdım. Hıları Clinton'un seçim masraflarının Türkiyeli Müslümanlar tarafından karşılandığını yazdım. Neo nurculuğun kötü yola düştüğünü yazdım. Neo nurculuğun Siyonizm’den daha tehlikeli olduğunu yazdım. Türkiye'nin bir numaralı sorunun Kürtçülük değil Kürt sorunu değil Neo nurculuğun sorun olduğunu yazdım. Çünkü bu böyleydi. Çünkü bunlar cemaati daha doğrusu bir insanın bir tek kişinin imajını parlatmak için bütün mukaddeslerini satabilecek bir anlayışa sahip olduklarını yazdım. Düşünün işte eleştiri bunun için gerekli, eleştiri sapkınlığa karşı bir neydi? Uyarıydı. Eleştiri yoksa sapkınlıklar ne olacak? Bir şey kazanacaklar. Meşrulaşacak, geleneğe dönüşecekler, eleştiri yoksa sapkınlıklar kurumsal olarak hayata çıkacaklar ve somutlaşacaklar. Eleştiri bunun için gerekli, eleştiri namuslu bir varoluş için gerekli. Eleştiri sahici bir varoluş için gerekli… Eleştiri olmazsa eğer, bütün Müslümanlar narkoz almaya devam edecekler. Çünkü bugün din demek narkoz almak demektir. Bu manada din, Allah’ın muazzez dini bizi bütün bir gerçekliğe uyandırmak için geldi. Müslüman olmak demek hayatın içinde olmak demek. Çünkü İslam bütün insanlığa hitap ediyor, şu ya da bu mezhebe hitap etmiyor şu ya da bu ırka hitap etmiyor, şu yâda bu etnik kökene hitap etmiyor. İnsanlığa hitap eden bir dinin mensuplarını bir parçaya bir bağnazlığa efendim bir sapkınlığa ne yapamazsınız? Kapatamazsınız. Bundan daha büyük bir cürüm olamaz. Eleştiri yeni bir dil bulmak için gerekli, eleştiri bir duyarlık oluşturmak için gerekli, eleştiri bağımsız düşünce adamları, bağımsız fikir adamları, bağımsız entelektüeller, bağımsız filozofular gerçekleştirmek için önemli. Eleştiri olmazsa biz hepimiz bir sürü olarak, sömürülmeye elverişli büyük bir sürü olarak hayatımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
H.Bülbül -Bu gün içi boşaltılsa da devrim / İnkılâp niteliğinde yapısal değişikliklere olan ihtiyacımız, İslamî bilincin gerektirdiği kadroların yetiştirilmesi ve buna paralel organizasyonların gerekliliği malumdur. Ancak bunun bilincinde olmadığımız ortada. Bu durumda Müslümanlar İslamî anlamda bütüncül fıtri bir yaşam biçimini ortaya koyabilirler mi?
A.Müftüoğlu -Koyabilirler. Evvela biz şuradan başlayabiliriz. Biz Müslüman olmak demek Müslüman olduğu andan itibaren bir insan kendisini hemen geçmişte buluyor. Biz bugünü yaşıyoruz, biz bu güne karşı sorumluyuz. Geçmişe karşı sorumluluğumuz yok. Geçmişte yaşayanlar yaşadıkları döneme ilişkin sorumluluklarını yerine getirmişlerse problem yok. Geçmişte yaşayanların bizim bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorunları çözümlemek gibi bir sorumlulukları yoktu. Bugünden biz sorumluyuz. Dolayısıyla bugünün sorunlarına biz çözüm bulacağız. Onun için bizim geçmişe doğru düşünmekten vazgeçerek bugüne ve geleceğe doğru düşünmemiz gerekiyor. Evvela içinde yaşadığımız dünyayı ne yapmamız gerekiyor? Bütün boyutları ile çözümleyebilecek bir ufka, bir anlayışa, bir birikime sahip olmamız gerekiyor. Bu ulus devlet sınırlarını biz koymadık. Biz bu ulus devlet sınırlarına mecbur ve mahkûm değiliz. Bu mezhep sınırlarına mecbur ve mahkûm değiliz. Bunlara mahkûm olmak bir kader değil. Bunları aşabiliriz. Bunları aşmak için, zaten biz yeryüzüne bunun için geldik. Bu tür cahili sınırları aşmak için geldik.
Bugün din; gelenekçilik, görenekçilik, sağcılık, vatancılık, bayrakçılık, vatancılık, ırkçılık, muhafazakârlık gibi anlamlara geliyor. Din de bunlardan bir parça haline geliyor. Mesela bu dilin evvela şöyle yola çıkması gerekiyor. Biz muhafazakâr değiliz. Çünkü bize bir temel ilke olarak iki günü denk olan ziyandadır, öğretiliyor. Ama bizim bütün ömrümüz bu geleneği tüketmekte bir gün gibi geçiyor. Hiç bir şeyi değiştirmeden, her şeyi tekrar ederek ve taklit ederek. O halde biz ne yapabiliriz? Bizden sonrakilerin ufkunu bizi takip etmeyin, bizi taklit etmeyin, tahkik alanına çıkın, bilinç alanına çıkmaya davet ederiz, bizim bir davetimiz var. Gençlere diyoruz ki: Gençler bize gelmeyin, kendinize gelin. Kendiniz olun, kendi düşünceleriniz olsun, kendi kararlarınız olsun, kendi tercihleriniz olsun. Kendi tercihlerinizin öznesi olun, size kimse bir çerçeveyi dayatmaya cesaret etmesin, sizi kimse kendi çıkarlarının nesnesi haline getirmesin. Sizi hiç kimse bir mal gibi eşya gibi kullanmasın. Buraya düşünmeyen insanların gelmesi bizi mutlu etmemeli. Düşünmeyen, karar vermeyen, kendileriyle görüş alışverişinde bulunamayacağımız, sorumluluk alışverişinde bulunamayacağınız insanlar buraya niye gelsinler. Bizim sürülere ihtiyacımız yok, bizim düşünen insanlara ihtiyacımız var. Biz sayıları çoğaltmak yerine temel ilkeler bağlamında nitelikleri çoğaltmak gibi sorumluluğumuz var. Biz onun için her şeyden önce kendimizi bir parçaya kapatmaksızın bir parçanın dili olmaksızın bütün bir insanlığın ilgisini çekebilecek, dikkatini çekebilecek, bu sözünü ettiğim noktaya insanlığı ikna edebileceğimiz derinlikleri ve yoğunlukları içeren bir bütünlük yani ümmet dili diye tavsif edeceğimiz bir dili oluşturmak gibi bir sorumluluğumuz var. Ümmet biliyorsunuz böyle homojen bir varlık değil. Rabbimiz bizi öyle yarattı. Homojen yani ümmetçilik yapmak demek insanları hizaya getirmek demek değildir veya ümmetçilik yapmak demek ümmeti bir örnek hale getirmek değil, onlara tek görüşü dayatmak değil. Evet bugün farklı yorumlar var ve fakat biz bu farklı yorumları yargılamak yerine o farklı yorumları ortaya çıkaran tarihsel nedenler üzerinde çalışabiliriz. Mesela biz bugün bunu yapmaya çalışıyoruz.
Mesela Şiilere diyoruz ki: Biz Şiilik üzerinde sizinle konuşmaya müsaidiz, konuşabiliriz. Fakat Bâtıni tevillere dayalı bir ahbarilik üzerine konuşmaya müsait değiliz. Bâtıni tevilleri din haline getiren bir ahbarilik üzerinde konuşmaya müsait değiliz. Nitekim bugün bu amaca yönelik bir şey yapılıyor, bir çalışma yapılıyor, yani eksiksiz bir keyfilik Bâtıni teviller den ibaret. Selefilere diyoruz ki: Mutlak bir lafızcılığın aşırı olduğunu kabul etmemiz lazım. Mutlak bir lafızcılık olamaz. Çünkü tarihsel bir tecrübe var. Biz bu tecrübeyi bütünüyle reddetmeyiz. Bu tecrübeyi tek boyuta da indiremeyiz. Yani tarihin belli döneminden, öyle ki tarih büyük bir yanardağ fışkırışı gibi fışkırıyor, biliyorsunuz. Bağdat'ta efendim, Şam 'da Kur tuba’da efendim efsanevi bir gerçekten efsanevi sözü gerçekten çarpıcı, çok etkileyici, çok sarsıcı bir kültür ve medeniyet ortaya çıkıyor. Bağdat'ta daha İslam'ın ilk yüzyılı dolmadan bir sokakta yüz tane kitabevi var. Kur tuba da da aynen öyle. Yüz kitabevi de orda var.Efendim Kur tuba da bütün Avrupa kitaplıklarının yekunundan daha fazla kitap var halifenin kütüphanesinde. Bu kitaplar okunuyor ve tartışılan kitaplar. Buradan şöyle bir noktaya gelmek istiyorum. Hayatın her alanında Müslümanlar içerik üretirken, yani bilimsel, felsefi, entelektüel, mesela Bağdat'taki camilerde edebiyat kürsüleri var. Mesela bugün herhangi bir camide bir edebiyat kürsüsü kurabilir miyiz? Yani gelip orda ben mesela edebiyat üzerine konuşsam. Yani böyle birey mümkün değil. Filozofi üzerinde, felsefe üzerinde birisi konuşamaz, edebiyat üzerine konuşamaz, astronomi üzerinde konuşamaz. Camilerde astronomi üzerine ne yapılıyor? Konuşmalar yapılıyor, tıp üzerinde konuşmalar yapılıyor. Bir gün geliyor, İslam toplumları bütün bu bilimsel üretime veda ederek sadece yani bugün müspet ilimler diye andığımız bilimsel faaliyetlere veda ederek yalnızca geleneğin daha doğrusu nakliyat sınırları içerisinde tutulabilecek fıkıhtan ibaret bir şeye dönüyorlar.
Ya da bireysel dindarlıkla ilgili bir dindarlık alanına dönüyorlar. Ve yüzlerce yıldan beri biz içerik üretmiyoruz. Dünyaya nasıl bakacağımızı bilmiyoruz. Dünyayı takip etmiyoruz. Kendi toplumlarımızı takip etmiyoruz, biz kendimizi bu küçük parçalar, parçacıklar, kırıntılara hapsettiğimiz için dünyada ne olup bittiğini göremiyoruz. Biz yeni bir dille çok güzel şeyler yapabiliriz. Evvela o eleştiri zaten bunun için çok gerekli yoksa eleştiri yapmak, yıkmak için değil, karalamak için değil. Mahkûm etmek için değil. Hâşâ eleştiri yapanların namı yürüsün için değil. Eleştiri hakikat ortaya çıksın için. Eleştiri, hatta ve hatta eleştirinin de en güzel dili bulmak gibi sorumluluğu var. Çünkü kitabı Kerim en güzel dille konuşulmasını ne yapıyor? Bize öngörüyor. Biz bütün bu hem geçmişe doğru hem bugüne doğru hem de geleceğe doğru ne yapabiliriz? Geçmişi bütünüyle, bu söylediklerim geçmişi bütünüyle silip atmak anlamına hiçbir zaman alınamaz. Geçmişten biz ne yapabiliriz? Seçici bir dikkatle yaralanabiliriz, değil mi efendim? Seçici bir dikkatle yararlanabiliriz. Bütün bu geçmişe doğru ve bugün yani böyle temel ilkelerimiz olmalı, genç kuşaklara şunu öğretmeliyiz. Bütün üstatları eleştirel bir dikkatle okuyun demeliyiz. Eleştirel bir dikkat olmazsa yanılırlar. Nitekim yanılıyorlar. Bugüne ilişkin de bir eleştirel dikkate ihtiyacımız var, bunun içinde yapmamız gereken şey nedir? Medya uyuşturucularına karşı eleştirel dikkat gerekiyor. Çünkü biz bugün bütün dünya olayları etrafında medya uyuşturucuları aracılığıyla karar veriyor. Çünkü kendi çabalarımız yok, kendi üretimimiz yok. İçerik üretmeye cesaret ederek düşünce üretmeye cesaret ederek, bunları tartışmaya ahlaken hazır duruma gelerek pekâlâ, bunları yapabiliriz. Birbirimizle sonuna kadar kardeşlik hukuku içinde konuşmanın yollarını pekâlâ bulabiliriz. Bunun için tarafların birbirlerini anlamaları, tarafların birbirini saygıyla dinlemeleri, tarafların birbirine herhangi yorumu dayatmamaları gerekir. Amacımız İslam’ın geleceği ise eğer o halde hiçbir dayatmaya ne yapmayacağız? İtibar etmeyeceğiz. Bu farklı yorumları ortaya çıkaran tarihsel nedenleri anlamak için keza birtakım çok anlamlı çalışmalar yapabilir, kimseden bizimle aynı sözcükleri kullanarak ne yapmalarını bekleyemeyiz? Yorumlar ya da değerlendirmeler yapmalarını bekleyemeyiz. Dolayısıyla böyle bir anlayış ufku gerekiyor. Anlayış ufku içinde insanların çok derinlikli okumalar, çözümlemeler, düşünce alışverişi, kültür alışverişi, enformasyon alışverişi yapmaları gerekiyor vesselam.