Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”, Huntington’ın “Medeniyetler Savaşı” veya Brezinski’nin “Kontrolden Çıkmış Dünya” tezlerine karşı ciddi bir İslamcı eleştiri yapıldı mı?
Aslında, sadece bu tezlere ilişkin olarak değil, genel manada Müslümanların düşünsel faaliyetlerinde bir zafiyet söz konusudur. Yani ‘tez’ ortaya koyan ve bu tezin, karşıt tezler karşısındaki gücünü kanıtlayan ürünler ortaya koyma noktasında zaaflarımız var. Hadi diyelim Huntington ve Brzezinski’nin tezleri, biraz uluslararası siyaset, biraz da Amerikan’ın küresel hâkimiyetinin kökenlerine dair bilgi sahibi olmakla anlaşılabilir ve eleştirilebilir kabul edilsin. Ama Fukuyama’nın tezine karşı ciddi bir İslamcı eleştiri yapılabilmesi için, öncelikle Batı düşüncesinin liberal-demokrasi ayağının (bütün yönleriyle) iyi bilinmesi gerekir. Bu da yetmez; liberal-demokrasi teorisinin anti-tezi olan sosyalist tarih görüşünün de iyi bilinmesi gerekir
Nasr’ın gelenekçi yaklaşımına göre İslami uyanış hareketi modernist bir yaklaşımdır. Tezinizdeki ciddi gelenek eleştirisine bakınca benzer şeyler düşünüyorum… Modern dünyanın ihyasında, geleneğe dair hiçbir olumlu atıf yapamaz mıyız? Geleneği reddetmekten mi yoksa sorgulamaktan mı bahsediyorsunuz?
Tabii ki geleneği sorgulamaktan bahsediyorum. Gelenek, sorgulanmalı ve iyisi alınıp, kötüsü bırakılmalıdır. Biz bu ilkeyi, ‘ma’ruf’ kavramından zaten çıkarabiliriz. Ancak buradaki asıl sorun, ‘ayar’ın kaçırılmamasıdır. Nasr gibi ayarı kaçırdığınızda, gelenek neredeyse ‘din’ haline gelir (ki kendisi bunu ifade etmiştir). Bu ise, tevhit inancına sahip bir müminin yapabileceği bir şey değildir. Mesela özellikle tasavvuf epistemolojisini ciddi olarak sorgulamadan ve pek çok yerde ‘şirk’ unsurları taşıdığını görmeden, sahih bir akide sahibi olarak kalabilmek dahi mümkün değildir. O yüzden, ‘gelenek’ deyip, geçilmemelidir
İhtilalci ve acilci yöntemler değil merhalecilikten bahsediyorsunuz… Nedir merhalecilik? Her toplumda farklı temayüller olduğuna göre, uyanışçılık her toplumda farklı mı gelişecektir?
Uyanış hareketinin, temel karakteri değişmez. Toplumdan topluma değişecek olan, tali hususlardır. Bu konuda hep İngiltere ve Fransa örneklerini veririm. Fransız Aydınlanması ile İngiliz Aydınlanması, esas itibarıyla birdir. Fakat İngilizler, Fransızların yaptığı gibi ‘devrim’ yapmamışlardır. Ya da ‘yumuşak’ bir geçiş yöntemiyle, Aydınlanma’yı gerçekleştirmişlerdir. Bunun, bir çok nedeni vardır. Toplumsal, ekonomik, kültürel… Aynı durumun, İslam coğrafyasında da geçerli olabileceğini düşünüyorum. İslami uyanış, İran’da bir devrimle atılım sağlamış olabilir, ama bu, bütün coğrafyalarda benzeri türde bir devrim yapılması gerektiği anlamına gelmez. Ben bu açıdan, İran ve Türkiye’yi, Fransa ve İngiltere örneklerine benzetiyorum. Türkiye, daha çok İngiliz örneğine uyuyor. Tabii bu bir benzetme sadece. Toplumsal değişimlerin pek çok dinamiği vardır. Her biri, süreci etkiler. Ancak ben yine de, genel bir benzerlikten bahsedilebileceğini düşünüyorum.
Taliban İslami uyanışın içinde yok İslami uyanış süreci için yaklaşık bir yüzyıllık çabadan bahsediyorsunuz. Nedir uyanış? Niçin bu kadar gecikti?
Büyük çaplı beşeri faaliyetlerin gelişim süreleri, doğal olarak uzun olur. Örneğin bir Rönesans veya Reform çabaları, neresinden baksanız 150–200 yıl sürmüştür. Aydınlanma ve Modernleşme de yine en az 200–250 yıllık bir süreçtir. Bu yüzden, Müslümanların uyanış sürecinin de benzer şekilde işleyeceğini düşünmek yanlış olmaz
İslami Radikalizmi uyanışın motor gücü olarak ifade ediyorsunuz. Halbuki radikalizm kelimesi zihinlerde ürkütücü etkiler yapıyor… Fundemantalizm mi bahsettiğiniz radikallik? Niçin radikalizm?
İslami Radikalizmi, uyanışın ‘motor gücü’ olarak görmemin sebebi, düşüncenin gelişmesi anlamında temel tezleri, bu akımın ortaya atması ve savunması dolayısıyladır. Diğer akımların (gelenekçiler ve modernistler) ya tepkiseldirler ya da modern olanı içselleştirirler. Bu yüzden, İslami uyanışta, ‘belirleyici’ bir rol üstlenemezler. Radikalizmi bu manada kullanıyorum. Radikalizmin zihinlerde başka çağrışımlar yapması, özellikle medyatik etkileşimler dolayısıyladır. Benim ‘radikalizm’ dediğim şey, medyaya yansıyan şey değildir. Daha doğrusu, bu ‘radikalizm’ kavramını, Batı’da bazı çevreler, Müslümanlar arasında ‘bilinç’ (özellikle de siyasi bilinç) kesimler için kullanırlar. Ben de, onların kast ettikleri bu manayı baz alarak, bu kelimeyi kullanıyorum. Yoksa radikallik, yalın manada kullanmayı tercih ettiğim bir kelime değildir. Eğer bu kelime, Suud tarzını veya Taliban tarzını kast ederek kullanıyorlarsa, bunu onaylamam mümkün değildir.
Daha açık soralım: Uyanışçılığın gelenek eleştirisinde iki temel hareket teklifi var; tasavvuf ve hadis külliyatı üzerinden… Bu teklif; reddetmek mi sorgulamak mı?
Bu teklif, benim için, sorgulamaktır. Fakat Kur’an’ın daima merkeze alınması şartıyla. Bütün beşeri üretimlerden, Kur’an kıstasına vurulması kaydıyla, yararlanılabileceğini düşünüyorum. Bunu ayrıca ‘aklın’ gereği olarak da görüyorum
Taliban’ı ‘’reddiyeci gelenekçi’’ olarak değerlendiriyorsunuz . Ve İslami Radikalizm ya da Uyanışçılık şeklinde ifade edebileceğimiz teziniz içinde Taliban da ciddi manada eleştiri alıyor
Evet. Benim İslami Uyanış dediğim olgu içinde, Taliban’ın yeri yoktur. Şia’nın ve Sünniliğin katı yorumlarını sürdürenlerin de yeri yok. Zaten bu mezheplerin, yaşadığımız şu son asırda, pratik hayat üzerinde ne gibi bir etkileri kaldığı da ciddi olarak düşünülmesi gereken bir konudur. Hayat akıp gider. Beşer ürünü mezhepler, ona yetişemeyebilir. Şimdi bu değişimi anlamaya, hangi geleneksel araç kafi gelebilir. Ya da bu noktada, olması gerektiği gibi bir işlev görebilir? Bu doğal olarak zordur, hatta mümkün değildir. Onun için ‘davetin kendi fıkhını üreteceği’ söylenmiştir ki, ben de temelde bu görüşteyim
İslami Uyanış’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bence şu an, bir ‘geçiş dönemi’nde bulunuyoruz. Bu sürecin tipik özelliği, temel kavramların oluşmasıdır. Bundan bir sonraki aşama ise, ‘düşüncenin okullaşması’dır. Henüz bu aşamaya geçmeyi başaramadığımızı düşünüyorum. Ancak genel manada bu sürecin işlemekte olduğuna dair de iyimser bir yaklaşım sahibiyim, diyebilirim. Çünkü bence ‘gelişme’nin izlenmesi için, siyasal ve toplumsal ölçütlerden ziyade, düşünce ölçütünü kullanmak gerekir. Özellikle uzun-vadeli gelişim dinamiklerini anlamak için bu lazımdır. Bu noktada, İslam dünyası fiili birçok sıkıntı yaşasa da, bunların ‘gelişim süreci’nin doğal sıkıntıları olduğunu düşünüyorum. Ya da Cevdet Said’in benzetmesiyle, İslam dünyasının bugünkü durumunu, düşen ve tekrar ayağa kalkmaya çalışan devin çabaları olarak görüyorum. Eğer dev, uyanmışsa, üzerindeki uyku sersemliğini atana kadar, düşecek ve kalkacaktır. Ancak ‘kendine geldiğinde’, o zaman eski günlerine geri dönecektir.
-------------------BİTTİ-----------